31 Temmuz 2007 Salı

C Vitamini - Askorbik Asit

C vitamini eksikliğinde çok bilinen bir hastalık tablosu olan "Skorbüt" oluşur. C vitamini ince barsaklardan kolaylıkla emilir, organizmada, başta böbrek üstü bezieri olmak üzere birçok doku ve organlarda yoğun olarak bulunur. Böbrek üstü bezi korteksinden sonra, sırasıyla beyin, pankreas, dalak, timus, böbrek, karaciğer ve kalp C vitamininden zengin organlardır, kaslarda ve göz merceğinde de oldukça boldur. Askorbik asit idrarla atılır. C vitamini vücuttaki bütün hücrelerde yaygın olarak bulunan bir vitamindir. Eksikliğinde önde gelen bozukluk destek dokusunun ve hücreler arası harç görevi gören maddenin yapımında görülür. Kılcal damarları döşeyen bazal membran ve damarların iç yüzünü döşeyen endotel hücrelerini birbirine bağlayan harç maddesi kusurlu olur. Kıkırdak, kemik ve dişteki dentin yapımı bozulur. Çünkü, osteoblastlar ve kondroblastların üretip döşediği ve başlıca ara madde ile kollajenden oluşan ve daha sonra üzerine kirecin oturacağı, matriks kusurludur. Bu kusurlu matriks üzerine kireç oturamayınca kemiğin kalsiyumu azalır kemik demineralize olur.

Taze meyve ve taze meyve suları en zengin C vitamini kaynağıdır. Yeşil yapraklı sebzeler de oldukça bol bulunur. Taze sebze, iyice kaynatılmış, oksijenini yitirmiş suya birden atılarak haşlanırsa C vitaminin % 50'si korunmuş olur. Buna karşılık suya konulup birlikte ısıtılarak kaynatılırsa kayıp daha da fazladır. Patetes kızartılırken birden kızgın yağa atılırsa kayıp nisbeten az olur. Karaciğer iyi C vitamini kaynağıdır. C vitamini et de çok değildir.

C vitaminin hafif eksikliğinde skorbüt'ün bilinen belirtileri ortaya çıkmadan aylarca önce halsizlik, kemik ağrıları, enfeksiyonlara eğilim olabilir. Skorbüt belirtileri deride peteşi ve ekimoz tarzında kanarnalar, dış etlerinde şişme ve kanarna, idrarda ve mide barsak kanalında kanamalar (hematemez ve melana) dır. Kemiklerin büyümesi durur. Kemik mineralini yitirir, osteoporoz ortaya çıkar. Kendi kendine kırıklar olabilir. Hipokrom mikrositer bir anemi sıklıkla görülür. Bunun nedeni demir emiliminin azalması ve kanarnaların olmasıdır. Skorbüt acil tedaviyi gerektirir. Çünkü ani ölümler olabilir. Oldukça seyrek görülmektedir. Skorbüt oluştuktan sonra tedavisi için günde 4 defa 250 mg C vitaminin ağızdan verilmesi yeterlidir. Bu arada hastanın diyeti de düzenlenir.

Folik Asit

Folik Asit; Suda eriyen, kristalize, sarı renkli, bir maddedir. Folik asit karaciğerde, böbrekte, yeşil yaraklı sebzelerde, bakterilerde ve turunçgillerde bol miktarda bulunur. Pişirme sırasında büyük kısmı inaktive olur. Gebelikte ihtiyaç çok artar. Genelolarak günde hiç olmazsa bir öğün taze sebze ve meyve ye mekle folik asit eksikliği önlenebilir. Eksikliğinde megaloblastik anemi gelişir. Antiepileptik ilaçlar, oral kontraseptifler, baktrim vs. ilaç kullanımı folik asit eksikilği yapabilir. Kemik iliğinde megaloblastlar ve dev miyelositler görülür. Periferik kanda normokrom ve makrositer anemi bulunur. Lökosit ve trombosit sayısı normal veya azalmış olabilir. Folik asit yetersizliği nedeniyle DNA sentezi de bozulmuştur. FoHk asit eksikliğine bağlı megaloblastik aneminin tedavisinde 5-10 mg'lık folik asit tabletleri vermek yeterlidir. Bu arada tedaviye demir katmak da yerinde olur.

Pantotenik Asit

Pantotenik asit adını doğada çok yaygın bulunmasından almıştır. Karaciğer, böbrek, yumurta sarısı, mayalar, buğday, kepek ve bazı sebzeler önemli kaynaklardır. Şeker, tereyağı, makarna, margarin, alkollü içecekler, kolalı içecekler ve gazozda yoktur. İnsan ve inek sütün de de yeterli miktarlarda olduğu için bebekler de rahatça alabilir.

PP Vitamini - Niasin

Niasin - PP Vitamini, Suda eriyen beyaz - kristal bir tozdur. ısıya ve ışığa dayanıklıdır. Aşağı yukarıen dayanıklı vitamindir. Nikotinik asit (Niasin) barsak kanalından kolaylıkla emilir. Vücutta birçok dokularda bulunur. Belirgin nikotinik asit eksikliği sonucu gelişen tabloya pellegra denir. Klinik belirtileri dermatit, diyare ve demans (bunama) dır.

B12 Vitamini

B12 vitamini vücutta bütün hücreler için gereklidir. Mide barsak kanalının sık yenilenen hücrelerinin B12 vitaminine çok gereksinimi vardır. Sinir sistemi hücreleri çok yenilenen ve çoğaIan hücrelerden değildir. Ancak medulla spinalisteki ve perferik sinirlerdeki sinir lifleri işlevlerini yapabilmeleri için B12 vitaminine gereksinim gösterir. DNA sentezi, yani gen yapımı için B12 vitamini gereklidir. Bitkisel besinlerde bulunmaz, hayvansal kaynaklı besinlerle alınabilir. Karaciğer böbrek, et, balık ve yumurtada oldukça boldur.

B12 vitamini eksikliği sonucu "Pernisyöz Anemi" gelişir. Besinlerle alınan B12 vitamini midede entrensek faktörle birleşir. Entrensek faktör mide mukozasında paryetal hücreler tarafından yapılan glikoprotein tabiatında bir maddedir. B12 vitamini entrensek faktöre bağlanarak ileuma gelir. Burada mukoza hücreleri tarafından emilir. Özellikle karaciğer ve kaslarda depo edilir. Vücuttan atılması safrayla, epitel ve endotel hücrelerinin dökülmesi ile olur. Pernisyöz anemi entrensek faktör eksikliğine bağlı en önemli anemi şeklidir. Total gastrektomiden sonra da parenteral olarak B12 vitamini verilmezse eksikliği oluşur. Alkol de B12 vitaminin emilimini bozar. Pemisyöz anemide kansızlık ve sinir sistemi ile ilgili belirtiler ağır basar. Anemi makrositer bir anemidir, kemik iliğinde megaloblastlar görülür, eritrositlerin 120 gün olan normal yaşam süreleri de kısalmıştır. Pemisyöz anemili hastalarda mide kanseri normal populasyona göre daha sık görülür. Bu nedenle bu hastalarda midenin radyolojik ve gastroskopik muayenelerinin uygun aralarla tekrar edilmesi yararlıolur. Bu hastalarda zihni bozukluklar özellikle depresyon oldukça sık görülür. Tedavide hastalara belirli aralarla B12 vitamini verilmelidir.

B6 Vitamini - Pridoksin

B6 Vitamini (Pridoksin) Bitkilerde ve hayvanlarda yaygın olarak bulunur. Karaciğer, tahıılar, fıstık, zengin B6 vitamini kaynağıdır. bitkisel ve hayvansal yağlarda, mısır ununda, şekerde, alkollü içkilerde bulunmaz. Emilimi kolaydır. En çok jejunumda emilir. Proteinden zengin beslenme B6 vitaminine olan gereksinmeyi arttırır. Gebelikte de ihtiyaç artar. Oral kontraseptif (gebelikten korunma hapları) kullananlarda da gereksinme artmış olabilir. İnsanlarda eksikliği pek yaygın değildir.

B2 Vitamini - Riboflavin

B2 Vitamini (Riboflavin) Karaciğer, süt, yumurta ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. Tek yönlü beslenen, kilo almamak için bilgisizce diet yapan kişilerde B2 vitamini eksikliği oldukça sık görülür.

Bu hafif B2 vitamini eksikliği kendini dilde ve dudak köşelerinde yanma hissi, gözlerde kaşıntı ve yanma ve deride kepeklenme ile belli eder. Riboflavin verilmekle kolaylıkla düzelir. Suda eriyen bir vitamin olduğu için fazlası kolaylıkla atılır.

B1 Vitamini - Tiamin

B1 Vitamini (Tiamin) Barsak kanalından kolayca emilir. Vücutta çok depo edilmez. Vücut depoları azdır. Dışarıdan alınmadığı zaman, birkaç gün içinde depolar tükenir. Bı vitamini karbonhidrat meta bolizmasında önemli rolü olan bir vitamindir. Beyin ve sinirler enerji gereksinimlerinin hemen tümünü karbonhidratlardan yani glükozdan sağlarlar.

Bı vitamini eksikliğinde bu dokular öncelikle zarar görür. Bütün hayvan ve bitkilerde yaygın olarak bulunur. En bol depo edildiği yer bitki tohumlarıdır. Tahıılar, fındık, ceviz, fasulye, nohut, mercimek ve mayalar zengin kaynaklardır. Yeşil sebzeler, meyvelar, et, yumurta ve süt oldukça bol miktrda Bı vitamini içerir. Tereyağı ve bitkisel yağlarda hiç bulunmaz. Bı vitamini eksikliğinden ileri gelen belirtiler; iştahsızıık ve anksiyete (gerginlik) dir. İştah azalması, yorgunluk, kusma, baş dönmesi ve sindirim sistemi bozuklukları Beriberi hastalığının belirtileridir.

E Vitamini

E vitamini yağda kolaylıkla eridiği için hücre zarlarında oldukça bol miktarlarda bulunur. Günlük yiyeceklerde yeterli miktarda bulunduğundan bireylerde yetersizlik belirtilerine pek rastIanmamaktadır.

Son yıllarda E vitamini yetersizliğinin insanlarda anemiye neden olduğu bildirilmiştir. Bitkisel yağlarda, tahıl tanelerinde, bilhassa tahııların embriyo kısmında, yeşil yapraklı sebzelerde E vitamini çok bulunur. Günlük yiyeceklerimizde bu besinler yeterince bulunduğundan E vitamini yetersizliği pek görülmez.

K Vitamini

K vitamini yağ da eriyen bir vitamin olduğundan, emilmesi için safra ve pankreas öz suyuna gereksinme vardır. Yağ sindirimi ve emiliminin bozulduğu malabsorpsiyon sendromlarında K vitamini emilmesi bozulur. K vitamini kana şilomikronlarla girer ve karaciğere gelir.

K vitamini karaciğerde bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımını sağlar. Günlük yiyeceklerimizde yeteri kadar vardır. Aynı zamanda kalın barsaklarda bakteriler tarafından yapıldığı için eksikliğinden ileri gelen hastalıklar fazla görülmemektedir. Sindirim sistemi bozuklukları, karaciğer, özellikle safra kesesi rahatsızlıkları K vitaminin kullanılmasını engeller. Fazla miktarda antibiyotik alan bireylerde kalın barsaklardaki bakteriler öldürüldüğünden bu kaynaktan K vitamini elde etmek engellenmiş olur. K vitamininden en zengin yiyecekler yeşil yapraklı sebzelerdir.

D Vitamini

D Vitamini Yağda eriyen vitaminierin ikincisidir. Suda grimediğinden fazlası dışarı atılamaz. İnce barsaktan yağlarla birlikte emilir. Yağ emilimi bozulduğu durumlarda D vitamini emilimi de bozulur. Eklemlerde ve yumuşak dokularda kireçlenmeye neden olacağından, gereksinimden fazlası zararlıdır. Çocukların güneşten yeterince yararlandırılmaması ve zamanında ek olarak D vitamini verilmemesi nedeniyle ülkemizde RAŞİTİZM önemli sağlık sorunlarındandır.

D vitamini eksikliğinde ilk etkilenen sistem kemiklerdir. D vitamini eksikliği erişkinde olursa OSTEOMALASi oluşur. Önemli klinik belirtisi bel, kalça ve bacak ağrılarıdır. Hayvan ve bitki dokularında A vitaminin ön maddesi vardır. Bu ön maddeler ultraviyole ışınları ile D vitamini durumuna geçer. Pencere camları ve giysiler ultraviyole ışınlarını tuttuğu için, doğrudan temas etmek gerekir.

A Vitamini

A Vitamini, Vücudun gereksinimi olan A vitamini kanda ve diğer hücrelerde bulunur. Fazlası karaciğerde depo edilir. Sindirim, solunum, üreme ve görme organların epitel hücrelerinin normal çalışması için, kemiklerin gelişimi ve üremesi için, gözün ışık durumuna göre ayarlanması ve hastalıklara karşı savunma sisteminin oluşumunda gereklidir. A vitamini batık yağı, tereyağı, karaciğer ve yumurta sarısında daha çok et, süt ve peynirde daha az bulunur.

Bitkisel yiyeceklerde Avitaminin ön maddesi olan karoten bulunur. Karotenler daha çok koyu yeşil yapraklı sebzeler ve sarı meyvelerde bulunur. A vitaminin fazlası zararlıdır. Avitaminin ince barsaklardan emilmesi için safraya ihtiyaç vardır. Safra ve yağ yokluğunda karotenler emilemez. Avitaminin eksikliğinin en önemli belirtisi ise gece körlüğüdür.

Vitamin ve Vitamin Çeşitleri

Vitaminler, Sağlıklı yaşam için mutlaka dışarıdan alınması gerekli, enerji verici yada yapıtaşı olmamakla birlikte biyolojik olayların normal olabilmesi için etkinliklerine gereksinim duyulan maddelerdir. Bu maddelerin az miktarda alınmasıyeterlidir. Günümüzde 14 vitamin belirlenmiş durumdadır. Vitaminler yağda eriyen vitaminler ve suda eriyen vitaminler olmak üzere iki grupta toplanır.

Yağda eriyen vitaminler;

A Vitamini
D Vitamini
E Vitamini
K Vitamini

Suda eriyen vitaminler

B1 Vitamini
B2 Vitamini
B6 Vitamini
B12 Vitamini
C Vitamini
PP (Niasin) Vitamini

H Vitamini - Biotin

H Vitamini (Biotin) doğada yaygın olarak bulunan bakterilerin yaşaması için şart olan, çok az miktarlarda bile etkisini gösterebilen bir vitamindir. Birçok enzim sistemlerinde ko-enzim olarak rol oynar. Yiyeceklerde yeterli miktarda bulunduğu için eksiklik belirtileri görülmemektedir.

Ödem - Vücutta Su Tutulması

Ödem, Vücuta aşırı su tutulursa deri altı dokuları da şişer. Parmakla bastırılırsa bir çukurluk (gode) kalır ve parmak çekildikten sonra bir süre bu çukurluk farkedilebilir. Ödem oluştuğu zaman alınan su miktarı, idrar miktarı izlenmeli, vücut ağırlığı, aynı baskülde aynı koşullarda hergün ölçülmelidir. Vücut suyunun azalması (dehidratasyon) alınan suyun azlığından, aşırı terleme yada böbrekler veya gastrointestinal yolla aşırı kayıplardan oluşur. Göz hücreleri göz çukurlarına doğru batar. Dil ve deri kurudur. Deri ve deri altı dokusunun elastikiyeti azalmıştır. Ön kol sırtında, sırtta bir deri kıvrımı tutulup. bırakılırsa bu elastikiyetin (turgor) azaldığı farkedilir. Nabız hızlı ve kan basıncı düşüktlir. Hasta bilinci yerinde ise susuzluk hisseder.

İnozitol - Kolin

İnozitol İnsan dokularında yaygın olarak bulunur. Doğada ve besinlerde çok yaygın bulunur.

İnozitol - Kolin Vitaminleri damar sertleşmelerine ve damarlarda kolestrolün yerleşmesine engel teşkil edebilir. Ispanak, Greyfurt, Çimlendirilmiş Buğday, Lahana, Patates, Karpuz-Kavun, portakal, soğan başlıca kaynaklarıdır.

Kolin karaciğeri yağlanmaktan koruyan faktör diye bilinir. Kolin eksikliğini genel protein eksikliğinden ayırmak hemen hemen olanaksız olduğundan insanda eksikliği güç tanımlanmaktadır. Karaciğer yağlanmalarında kolinin faydalı olduğu kanıtlanmış değildir. Yumurta sarısı, sakatat, et, tahıl ve soya fasulyesinde kolin bolca bulunur.

Su ve Elektrolitler

Su, insan vücudunun yaklaşık 2/3'si sudur. 65 kg ağırlında bir insanın 40 kg kadarını su oluşturur. Bu suyun 25 litresi hücre içinde, 15 litresi hücre dışındadır. Hücre dışı su, kan plazması, lenf ve hücrelerarası sudan oluşur. Birey suyu, içilen sıvılarla ve yiyeceklerin içindeki suyla alır. Bir miktar su da karbonhidrat!arın, proteinlerin ve yağların yanması sonucu vücutta meydana gelir. Bu suya endojen yada metabolik su denir. Endojen su miktar olarak pek önem taşımaz. Su balansı idrar miktarı, yenen yiyeceklerin içindeki su miktarı, alınan sıvı miktarı, dışkının ağırlığı ile hesaplanır. Vücut ağırlığı izlenir. Bu sayılardan akciğerlerden ve deriden buharlaşma ile kaybedilen su dolaylı olarak hesaplanır.

Su alınmasını ayarlayan en önemli mekanizma susama duygusudur. Susama merkezi beynin hipotalamus bölgesinde, yemek yemeyi ayarlayan merkezlerin yakınında bulunur. Vücuttan su kaybedilince susama merkezi uyarılır. Vücuttaki tuz miktarı susama merkezini etkilemez. Bu bakımdan aşırı sıcaklıklarda çalışanlar terleme ile su yanında aşırı tuz da kaybederler. Suyu alma ihtiyacı duydukları halde, tuz alma ihtiyacını duymayabilirler. Bu kişilere ek tuz vermek gerekir. Su dışarıya deri, akciğerler, gastrointestinal yol ve böbreklerle atılır. Deriden buharlaşma yolu ile kaybedilen su 500-2500 ml arasında değişir. Bu ortamın ısısına bağlıdır. Ateşli hastalar bu yolla çok su kaybederler. Yeterince yerine kon mayan su kaybı, dehidratasyon denen önemli bir klinik tabloya neden olur. Akciğerlerle kaybedilen su miktarı havanın nemlilik derecesine bağlıdır. Ortamın havası ne kadar kuru ise bu yolla o kadar fazla su kaybedilir. Normal koşullarda akciğerlerle su kaybı günde 300 ml kadardır.

Tükrük, pankreas salgısı, mide salgısı, safra ve ince barsaklardaki bezlerin salgısı ile günde 8 litre kadar su gastrointestinal kanala geçer. Fakat bunun büyük bir kısmı geri emilir. Dışkı ile kaybedilen su günde 60 ml kadardır. Ancak ishal, kusma son derece önemli sıvı kayıplarına neden olabilir. Özellikle bebekler, küçük çocuklar bu yolla tehlikeli şekilde su kaybederek dehidratasyona girebilir. Böbrekler su metabolizmasının en önemli organıdır. idrar miktarı vücuttan atılması gereken su miktarına göre büyük değişiklikler gösterebilir. idrar genellikle plazmadan daha yoğundur. Bu yoğunluğu sağlamak için böbrekler devamlı çalışmak durumundadır. Böbreğin idrarıne kadar konsantre ettiğini anlamak için en kolay yol idrarın özgül ağırlığını (dansitesini) ölçmektir. Daha doğru bir ölçüt ise ozmolalite tayini ile sağlanır. Vücut sıvıları oldukça zayıf osmolalitededir. Bunun için biyolojik sıvılarda yoğunluklar mOSM terimi ile ifade edilir. Kanın osmolalitesi 300 mOSM'dan biraz daha düşüktür. idrarın osmolalitesi ise 1200 mOSM'a kadar yükselebilir. idrarın osmolalitesine katkıda bulunan iki önemli madde üre ve sodyum klorürdür. Sürekli olarak yoğunluğu yüksek idrar çıkarmak, böbrek taşlarına zemin hazırlaması yönünden zararlıdır. Zorunlu su dışında böbreklerle su atılmasını hipotalamustan salgılanan ADH düzenIemektedir. Antidiüretik hormon (ADH) hipotalamustaki sinir hücrelerinde üretilir, bu hücrelerin aksonları boyunca arka hipotize gelerek buradan kana verilir. Hipotalamusta son derece duyarlı osmoreseptörler vardır. Plazmanın osmolalitesindeki değişiklikleri hemen algılar, hormonu üreten hücrelere bilgi verir. Su itrahını düzenleyen ADH da bu bilgi ile salınır. Bu hormon etkisini böbreklerin distal tubuluslarında ve toplayıcı kanallarında gösterir. ADH olmadığı zaman distal tübulusların ikinci kısımları ve toplayıcıkanallar suya geçirgen değildir. Buraya gelen bütün sıvı idrar halinde dışarı atılır. O zaman günlük idrar miktarı 16-18 litreye kadar yükselebilir.

Elektrolitler Asit-Baz Dengesi

Elektrolitler vücutta su dengesini korudukları gibi, hücre işlevlerinin oluşmasında, hücre membranının işlemesinde ve biyolojik faaliyetlerde de etkindirler. Biyolojik sıvılarda elektrolitler litrede miliekivalan (mEq/L) olarak ifade edilir.

Hürce dışı sıvının en önemli katyonu sodyum (Na+) dur. Hücre dışı katyon miktarının % 90'ınl sodyum oluşturur. Potasyum (K+) ve kalsiyum (Ca++), magnezyum (Mg++) ufak miktarlardadır. Hücre dışısıvıda ana anyon ise klor (CI-) dur. Hücre içi sıvıda ana katyon potasyum (K+), ana anyon ise fosfat (HPO4) tır.

Asit - Baz Dengesi: insan yaşamı ancak belirli bir PH ortamında olasıdır. PH bir çözeltinin asitlik derecesini belirtmek için kullanılan bir terimdir. Asit demek çözeltide hidrojen iyonu veren madde demektir. Baz durumunda, ortamdan hidrojen (H+) iyonu alınır. PH 7'den büyükse ortam alkalidir. PH 7'den küçükse ortam asittir. insanda kan PH'ının 7,35 - 7,45 arasında olması gerekir. Bu kesin denge iki organla sağlanır. Birincisi karbondioksit'i (CO2) solunum havası ile dışarı atan akciğerler, ikincisi de idrarı asit ya da alkali olarak dışarı atma yeteneğinde olan böbreklerdir. Bu organların bozukluklarında ağır metabolik bozukluk olan asidoz yada alkaloz tablosu gelişir.

Kalsiyum, Fosfor, Magnezyum, Demir

Madenler ve Eser Elementler

Biyolojik önemi olan madenler suda kolay erimezler, emilimleri de güçtür. Kanda genellikle proteine bağlı dolaşırlar, böbreklerin bu madenieri itrah edebilme yetenekleri sınırlıdır. Eser elementler bazı enzim sistemlerinin işlemesi bakımından gereklidir. Bunlar. kalsiyum, fosfor, magnezyum, strosiyum, kükürt ve demirdir.

Kalsiyum (Ca): Normal erişkin bir bireyin vücudunda 1200 gr. civarındadır. Vücuttaki kalsiyumun % 99'u kemiklerde, kemik hücrelerinin ürettiği protein ipliklerinin oluşturduğu matrikse oturarak kemiklerin ve dişlerin sertliği, dayanıklılığını sağlar. En önemli besinsel kalsiyum kaynağı süttür.

Fosfor (P): Doğada çok yaygın olarak bulunduğu için, besinsel fosfat eksikliği pek görülmez. Ancak antiasit olarak aşırı alüminyum hidroksit alanlarda besinlerle alınan fosfat sindirim kanalında bağlanabilir ve emilim çok azalır. Vücuttaki fosforun çoğu kemiklerdedir. Böbreklerle itrah edilir. Böbrek fonksiyonları normalse fosfor metabolizması paratiroid hormonu ve D vitamini ile ayarlanır.

Magnezyum (Mg): Vücutta az miktarda bulunur. Birçok enzim sistemlerinin işlemesinde, bazı hormonların salınmasında, hücre içi sodyum-potasyum metabolizmasının ayarlanmasında önemi bilinen bir katyondur. Yeşil sebzeler dışında tahılda da bulunur. Magnezyum eksikliği manütrisyonlu çocuklarda, ishali olan veya barsak emilimi bozulmuş kimselerde ve alkoliklerde sık görülür. Magnezyum fazlalığında ise bilinç bozulur, koma meydana gelebilir. Kalpte ileti bozuklukları gelişebilir.

Stronsiyum: Doğada çok yaygındır. Yaşam için varlığının şart olduğu gösterilmiş değildir. Atom bombası denemelerinden sonra yağan küllerde izotoplar bitkilere ve hayvanlara oradan da insanlara geçerek radyoaktivite hastalıklarına yol açar.

Kükürt (5): Hücrelerin hepsinde bir miktar kükürt vardır. Hücre proteinlerinin yapısına girer.

Demir (Fe): Oksijeninin alınması ve dokulara iletilmesi demir sayesinde olur. Demir emilimi duodenum ve jejunumdan olur. Demir em ilimi için besinlerdeki üç değerlikli demirin iki değerlikliye indirgenmesi gerekir. Mukoza hücrelerindeki apoferritin molekülü demir ile birleşince ferritin haline geçer. Bu şekilde hücre içine depolanır. Hücreler ferritin ile dolup hücre de lümene dökülürse alınan demirin fazlası yeniden barsağa ekskrete edilmiş olur. Barsak mukozası ile karşılaşan demirin bir kısmı plazma proteini olan transferrine bağlanır ve bu demir kan dolaşımına geçer.

Hastanın Beslenmesi

Hastalık nedeni ile bir grup besinlerin kısıtlanmasl, hasta bireyin bu besinlerden sağlayacağı kalori değerini diğer grup besinlerden almasına DİYET denir. Diyet; süt, ayran, meyve suyu, et suyu vb. sulu besinler olabildiği gibi sütlaç, muhallebi, yoğurt, püre şeklinde yumuşak besinler de olabilir. Bazı besin grupları bireyde allerjik reaksiyonlara neden olur. Bu besinler süt, yumurtanın beyazı, buğday, bazı turunçgiller, çikolata, kola gibi içecekler, bakla, bezelye gibi sebzeler, balık ve kabuklu deniz ürünleridir. Bireyde hangi besin grubu allerjik reaksiyona neden oluyorsa diyetten çıkarılması gerekir.

Yemek saatinde hasta odasının temiz ve düzenli olması, hastanın rahat bir pozisynda oturması, hasta yemeğini kendisi yiyebilecek durumda ise kendisinin yemesi gerekir. Yatağa bağımlı, ellerini kuııanamayan hastalara, akıl hastalarına ve görme kaybı olan hastalara beslenmede hemşire yardımcı olur. Bunun için, bir tepsi içinde çatal, kaşık, bıçak, su bardağı, peçete ve hastanın yiyeceği getirilir. Hastanın yemeğinde neler olduğu söylenir. Eııer yıkanarak hastaya rahat bir pozisyon verilir. Hastanın ağzını yakmamak için yemeklerin ısısı kontrol edilir. Hemşire hastanın yanına rahat bir şekilde oturmalı, yemek yedirirken acele etmemelidir. Yemeye hastanın da katılımı sağlanarak güven verilmelidir. Hastaya hangi yiyecekten başlamak istediği soruımalı, yiyebileceği hızda azar azar beslenmelidir. Yemek sırasında, su isteyip istemediği sorulur. Yemek işlemi bitince hastanın eli yüzü silinerek temizlenir. Hastaya rahat bir pozisyon verilir. Hastanın yemesi sırasında yemeğini ne kadar aldığı, yutma güçlüğü olup olmadığı, yemeğe katılımı gözlenerek hemşire notuna kaydedilmelidir.

Yağlar (Lipidler)

Yağlarda karbonhidratlar gibi karbon, hidrojen ve oksijen atomlarından oluşur. Bu atomların birbirine oranı karbonhidratlardan farklıdır. Yağlarda hidrojen atomu oranı yüksektir. Karbonhidratların bir gramı 4 kalori verirken, yağIarın bir gramı 9 kalori verir.

Yağlar, vücudun enerji deposudur. Bireyin vücudun % 18'i yağdır. Birey harcadığından çok yediğinde, vücudun yağ oranı artar. Harcadığından az yediğinde ise vücudun yağ oranı azalır. Ençok yağ bulunan bitkisel yiyecekler, zeytin, ayçiçeği, susam, pamuk çekirdeği, ceviz, fındık, fıstık, soya fasülyesi ve mısırdır. Diğer tahıl taneleri, sebze ve mevyelerde az yağ bulunur.

Yağların bileşiminde yer alan vücut tarafından yapılamayan bazı yağ asitleri büyüme ve derinin sağlığı için gereklidir. Yağda eriyen vitaminierin (A, D, E, K) vücuda alınabilmesi için yağlar gereklidir. Yine yağlar, organların etrafını kapatarak vücudun dış etkilerden zarar görmesini önler. Yağlarda en çok yağ asitleri bulunur. Yağ asitleri doymuş ve doymamış diye iki grupta toplanır. Besinlerde bulunan yağların çoğu ve hayvanların depo ettiği yağlar trigliserid halindedir. Doymuş yağ asitlerinden oluşan trigliseritler oda ısısında katıdırlar.

Doymamış yağ asidi oranı yüksek yağlar oda ısısında sıvıdırlar. Zeytin yağı, bitkisel diğier yağlar ve balık yağı gibi. Margarinler doymuş yağ asitlerinden oluşmuş hale getirilmiş trigliseridlerdir.
Yağlar sindirim sisteminde safranın ve pankreastan salgılanan lipaz enziminin yardımı ile küçük parçacıklara ayrıldıktan sonra digliserid, monogliserid, yağasidi ve gliserole parçalanırlar. İnce barsaklardan kan ve lenf sistemine geçerler. Yağlar dolaşım sisteminde proteinle birleşmiş olarak karaciğere ve dokulara taşınır. Hücrelerde oksidasyon sonucu enerjiye dönüşür. Enerjinin vücut tarafından kullanılandan fazlası, tekrar yağa çevrilerek, vücutta depo edilir. Karaciğer ve safra kesesi rahatsızlıklarında yağı parçalamak için yeteri kadar safranın bulunmaması yağ sindirimini güçleştirir.

Karbonhidratlar

Karbon, hidrojen ve oksijen atomlarından oluşmuş organik bileşiklerdir. Monosakkaritler en basit yapılı karbonhidratlar olup 3 - 6 karbon atomu taşırlar. Beslenme yönünden en önemli olanlar 6 karbon atomlu heksozlardır. Heksoziardan en önemlisi glükozdur. İnsan vücudunda serbest halde bulunan en önemli karbonhidrattır. Glükoz ticarette nişastadan elde edilerek satılır. Beyaz kristaller şeklindedir. Suda kolayca çözünür ve tatlılık verir. Glükoz molekülüne bir hidrojen daha girmesi ile heksoz türevi oluşur. Doğal kaynaklarda çok az bulunur. Kan şekerini çok yükseltmediği için şeker hastalarının diyetlerinde tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır. Biyolojik etkileri iyi bilinmeyen bu alkol şekerlerinin kullanılması doğru değildir. Sukroz bildiğimiz ev şekeridir. Bir molekül glükozun biri molekül früktoz ile birleşmesinden oluşmuştur. Ülkemizde pancardan elde edilmektedir. Laktoz sütteki şekerdir. Glükoz ve galaktozun biraraya gelmesi ile oluşmuştur. Tat verici etkisi sükrozdan ve glükozdan azdır. Birçok monosakkarid'in bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkar. Nişasta, glikojen ve selüloz en önemli polisakkaritlerdir.

Karbonhidratların başlıca işlevi enerji sağlamalarıdır. Karbonhidratlar vücudun su ve elektrolit dengesinin sağlanmasına yardımcı olurlar. Sindirim enzimleri tarafından parçalanmayan ve posayı oluştuıran karbonhidratlar kalın basakların çalışmasını arttırarak, zararlı artık maddelerin barsaklarda uzun süre kalmasını önlerler.

Bir bireyin vücudundaki toplam karbonhidrat miktarı % 1 'in altındadır. Gereksinimden fazla alınan karbonhidratlar yağa çevrilerek şişmanlığa neden olduklarından, şişmanlamaya meyilli olan bireyler nişasta, şeker ve tahıldan yapılan yiyecekleri fazla almamaIıdırlar. Karbonhidrat sindirimi ağızda iyi bir çiğneme ile başlar. Yediğimiz tahıılardaki nişasta olsun veya şeker olsun hepsi sindirim sisteminde glükoz haline gelerek kana karışırıar. Açlık durumunda kanın 100 mit'sinde 70-90 mg şeker bulunur. Yaş ilerledikce bu değerler 100-120 mg çıkabilir. Kana geçen glükoz kan dolaşımı ile dokulara iletilir. Dokularda glükoz oksijen varlığında, enzimlerin yardımı ile yanma sonucu enerji, su ve karbondiokside dönüşür. Kandaki glükozun fazlası karaciğerde glikojen şeklinde depo edilir. Glikojen fazla hareket edildigi zaman ihtiyaç duyulan enerjiyi sağlamak için tekrar glükoza dönüşerek kullanılır. Glikojen sadece yedek depodur. Ani gereksinimler için kullanılır. Glükozun ihtiyaçtan fazlası yağa çevrilerek vücut dok larında yağ olarak depo edilir. Karbonhidratların vücutta kullanılmasını etkileyen bazı hormonlar vardır. Bunlardan bir tanesi pankreasın salgıladığı insülin hormonudur. İnsulin glükozun kandan hücrelere girerek enerjiye dönüşmesini ve enerji harcamasının az olduğu durumlarda yağa çevrilip depolanmasını sağlar. Böylece kan şekeri normal düzeyde tutulur. İnsülin yetersizliğinde karbonhidratlar tamamen kullanılamayacağından kanda şeker miktarının artışı ile kendini gösteren şeker hastalığı meydana gelir. Pankreastan salgılanan bir diğer hormon glükagon'dur. Glükagon, karaciğerdeki glikojen ve proteinlerden glükoz yapımını hızlandırarak kan şekerini arttırır. Böbrek üstü bezierinden salgılanan adrenalin hormonu karaciğerdeki glikojenin glükoza parçalanarak kan şekerinin yükselmesini sağlar. Bu hormonun öfke ve heyecan anında salgılanması artar. Böylece artan enerji ihtiyacıkarşılanmış olur.

Protein ve Protein Çeşitleri

Proteinler; Enzimlerin, vücudun savunma sisteminin ve bazı hormonların esas yapısı proteindir.

Büyüme ve dokuların onarımı proteinsiz mümkün değildir. Yetişkin bir bireyin vücudunun %16'sını protein oluşturmaktadır. Bu depo şeklinde değil, çalışan ve belirli görevler yapan hücreler şeklindedir Çalışan hücreler zamanla yıpranmaktadır. Yıpranan hücrelerin devamlı yenilenmesi gerekmektedir. Bu da proteinin yerine konması ile sağlanabilir. Protein hücre içi ve hücre dışı sıvıların osmotik dengede tutulması için de gereklidir. Kanda protein miktarının azalması sonucunda denge bozulacağından bedenin çalışması aksar. Bir gr. protein 4 kalori verir. Protein aynı zamanda enerji için de kullanılır. Karbonhidrat ve yağın az alınması durumunda protein enerji için kullanılır. Protein bütün hayvansal ve bitkisel besinlerde bulunur.


En çok protein bulunan besinler

Kurubaklagiller 20-25 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)
Soya Fasulyesi 30-35 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)
Et, Tavuk, Balık 15-22 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)
Tahıllar 8-12 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)
Süt 3-4 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)
Yumurta 12-13 (100 gr'daki protein miktarı gr olarak)

Proteinler aminoasit denen yapı taşlarından oluşan organik maddelerdir. Aminoasitler proteinleri oluşturmak için peptid bağları ile biraraya gelirler. Bu bağlanma bir aminoasidin amino (NH) grubu ile öbür aminoasidin karboksil (COOH) grubu arasında olur. Bu şekilde bağlanma ile meydana gelen uzun aminoasit zincirlerine polipleptid denir. Çeşitli dokulardaki proteinlerin organa ve türe özgü yapısal özellikleri vardır. Belirli bir proteinin oluşması için hangi aminoasitlerin hangi sırayla ve hangi miktarlarda bir araya gelmesi gerekiyorsa bu dizinin titizlikle korunması gerekir. Bir aminoasitin eksikliği ya da belirli bir yerdeki bir aminoasitin başkası ile yer değiştirmesi, o proteinin görevini önemli ölçüde aksatabilir. Eğer bir aminoasit vücut tarafından yapılamıyorsa, normal büyüme ve gelişme için şartsa böyle aminoasitlere esansiyel aminoasitler denir. Aminoasitler içinde 8 tanesi erişkin bir kimse için esansiyel aminoasitlerdir. Geri kalan yirmi iki tanesi esas olmayan yani vazgeçilebilir aminoasitlerdir. Bir protein kaynağı esansiyel aminoasitlerden ne kadar zengin ise o kadar iyi nitelikli bir protein kaynağıdır. Vücuttaki proteinler yedi ana grupta toplanabilir:


1. Yapısal proteinler (Kollajen gibi),
2. Kontraktil proteinler (kaslarda, trombositlerde, salgı yapan hücrelerde bulunan kasılma yeteneğindeki lifli proteinler),
3. Antikorlar (plazmada bulunan immünglobülinler),
4. Hormonlar (insülin, büyüme hormonu vb.),
5. Plazma proteinleri (albümin, globülin, fibrinojen)
6. Enzimler (amilaz, lipaz gibil. o
7. Besi proteinleri (gerektiğinde esansiyel amino asit sağlamak için kullanılacak protein).


Protein eksikliğinde büyüme durur. Halsizlik, anemi ve ödem oluşur. Yara iyileşmesi gecikir. Antikor yapımı azaldığı için enfeksiyonlara direnç kırılır. Lenfosit sayısı azalır. Karaciğer yağlanır (Kwashiorkor sendromu) pankreas yetersizliğine bağlı steatore (yağlı ishal) ve yağda eriyen vitaminierin eksiklikleri meydana gelir. Alınan proteinlerin % 92'i sindirilip kana geçer. Bir kısım da feçesle atılır. Alınan proteinler önce midede mide asitleri ve pepsin enziminin etkisi ile pepton ve polipeptidlere ayrılır. Sonra incebarsaklarda, pankreastan gelen tripsin enzimi peptonları aminoasitlere parçalar. Aminoasitler ince barsaklardan kana emilirler. Kan dolaşımı ile karaciğere taşınırlar. Karaciğerde aminoasitler enerjiye dönüşür. Enerjiye dönüşen aminoasitlerden oluşan azotlu maddeler idrar yolu ile üre olarak dışarı atılır. Yetişkin bir bireyin protein gereksinimi, vücudundan atılan protein miktarına eşittir. Ateşli hastalık gibi durumlarda hücrelerin çalışması arttığından hücreler daha fazla yıpranır. idrarla protein atımı fazlalaşır. Ateşli hastalıklardan sonra yıpranan hücrelerin onarılması için, normalden fazla protein alınmalıdır.

Temel Gereksinimlerin Karşılanması

Bireyin yaşamını devam ettirebilmesi için beslenmesi gerekir. Beslenme, bireyin büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini alıp vücudunda kullanmasıdır. Besinler su, organik ve inorganik besin öğelerinden oluşmuştur. Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması için gerekli besin öğelerinden yeterli miktarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması durumuna "YETERLİ VE DENGELİ BESLENME" denir. Bu besin öğeleri vücudun gereksinmesi düzeyinde alınamazsa yeterli enerji oluşamadığı ve vücut dokulan yapılmadığındran "YETERSİZ BESLENME" durumu oluşur. Yetersiz ve dengesiz beslenme birçok hastalığın nedenidir. Bu gibi bireyler mikroplara karşı dayanıklı olmadıkları için kolay hastalanırlar ve hastalıkları ağır seyreder.

Yekerli ve dengeli bes1enen bir bireyin görünümü hareketli ve dikkatlidir. Cildi canlı ve parlaktır, kol ve bacakları iyi gelişmiştir. Çalışmaya isteklidir. İnsanın gereksinimi olan ve besinlerin bileşiminde yer alan besin öğeleri kimyasal yapılarına ve beden çalışmasındaki etkinliğine göre 6 grupta topllanır. Bunlar; proteinler, karbonhidratlar, yağlar, vitaminier, su ve elektrolitler ve madensel maddelerdir.